Samet Uzun Yazdı: Geçtiğimiz günlerde sinyalini veren şiddetli yağmurla hayat, bir anda akmaya başladı. Fırtınanın beraberinde getirdiği sağanaklarla bir kez daha anladık.

Geçtiğimiz günlerde sinyalini veren şiddetli yağmurla hayat, bir anda akmaya başladı. Fırtınanın beraberinde getirdiği sağanaklarla bir kez daha anladık: “Yağmur yağıyor, doğa su veriyor” demekle olmuyor. Çünkü, bugün sokaklarda, mahallelerde, yolların köşelerinde değil, evlerin zemin katlarında, araçların altında, barajlarda, göletlerde yaşıyoruz. “Su altında hayat” başlıyor.

Girne’de, Lefkoşa’da… En çok etkilenen bölgeler oldu bu son sağanakta. Öyle ki Beylerbeyi’nde 24 saatte metrekareye 232 kilogram yağış düştü. “Yağmur yağıyor diye sevindik” dedik belki, ama bu kadar yağmur da başlı başına bir bela. Gönyeli Barajı ve Kanlıköy Göleti taştı, dereler taştı, bazı mahalleler sular altında kaldı, yollar trafiğe kapandı; araçlar, evler, sokaklar… hepsi suyun içinde kaldı.

Sivil Savunma, belediye, itfaiye teyakkuzda. Bazıları insanlarımız sırtlarda kurtarıldı, bazı binalar tahliye edildi, bazı yollar trafiğe kapalı. Ancak bu müdahaleler bir çözüm değil; sadece oluşan hasarın arkasını toplamaya çalışma çabası. Çünkü dert sadece yağmur değil; göletlerin, barajların, derelerin “taşması” riski. Yani su geldiğinde toprak, hendek, kanal falan değil; insan yaşıyor, ev, mahalle… Yağmur yağdığında sular akıyor; ya da gölet baraj taşınca su yükseliyor. “Gölet taştı” deniyor. “Baraj taştı” cümlesini duymak çok da uzak değil bugünlerde.

“Yağmur yağsa da, doysak” diyorduk; ama bugün asıl mesele suyun kendisi değil, “Nereye akacağı, nerede duracağı, nerede birikmesi, kime zarar vermesi.” Görünen o ki, doğayla derdimiz değil; sadece “günü kurtarma” derdiyle yaşıyoruz. Çünkü yağış, sezonun, senenin bir parçası; ama ne suyun akacağı yol belli, ne de nereye gideceği.

Şimdilik durum: bazı mahalleler, yollar, evler suya gömülmüş. Ekipler hummalı çalışıyor; tahliyeler, kurtarmalar, su tahliyesi… Ama bu “kriz sonrası onarım” değil; “kriz anında, su baskını altındayken yaşam savaşı.”

Belki bu yağış da ucuz atlatılır. Belkiki kimseye bir şey olmaz. Ama evinde su sesini dinleyen herkes biliyor: “Günü kurtarma derdindeyiz.”

Yağmur yağınca ortaya çıkan tablo aslında sürpriz değil. Çünkü yıllardır büyüyen nüfusa, hızlanan kentleşmeye, üst üste dikilen binalara rağmen altyapı hâlâ aynı. Yollar büyüyor ama suyu taşıyan hat büyümüyor; evler çoğalıyor ama suyu yöneten sistem aynı kalıyor. Sonra gökyüzü biraz ciddileşince, tüm bu eksiklikler bir anda yüzümüze çarpıyor. İşte o an anlıyoruz ki mesele yağmurun şiddeti değil; kentin taşıyamadığı yük. Yağmur yağdığında değil, biz hazırlıksız kaldığımızda felaket oluyor.

Bugünlük belki kurtarırız. Ama yarın yine yağmur yağarsa? Ya gölet taşarsa? Ya baraj ki doluydu? O zaman kim kurtaracak bizi?