2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte, Batı dünyası demokrasi ve kurallara dayalı uluslararası düzeni savunmak için küresel bir cephe oluşturmaya çalıştı. Ancak beklenenin aksine, özellikle küresel Güney’deki birçok ülke bu koalisyona katılmak konusunda isteksiz davrandı. NATO üyesi Türkiye de bu ülkeler arasında yer aldı.
Peki neden?
Türkiye’nin son yıllarda benimsediği dış politika çizgisi, “taraf tutmama”nın ötesine geçiyor. Ankara, “stratejik hedging” olarak adlandırılan, aynı anda hem riskleri sınırlamayı hem de fırsatları maksimize etmeyi amaçlayan bir dış politika stratejini uyguluyor. Bu yaklaşım ile, Türkiye’ye hem ABD hem de Rusya ile ilişkilerini dengeleyerek stratejik özerkliğini koruma imkânı tanıyor. Aynı zamanda Erdoğan liderliğindeki rejimin içeride karşı karşıya kaldığı ekonomik krizlere rağmen dış politikadaki manevra kabiliyetiyle gücünü tahkim etmesine olanak sağlıyor.
Bu strateji sayesinde Türkiye, bir yandan NATO içinde kalmaya devam ederken, diğer yandan Rusya ile enerji, ekonomi ve diplomatik alanlarda yakın ilişkiler kurabiliyor. Ukrayna Savaşı, bu denge politikasının somutlaştığı bir döneme işaret ediyor. Türkiye hem Ukrayna’ya silah gönderiyor hem de Rusya’yla ticaretini sürdürüyor. Bu çelişkili gibi görünen davranışlar aslında bilinçli bir stratejinin ürünü.
Ancak bu politikanın bedelleri de yok değil. Türkiye’nin Batı ile olan geleneksel ittifak bağları zayıflıyor. Güven sorunu derinleşiyor. Yine de Ankara’nın dış politika çizgisi, yalnızca Türkiye’nin değil, Hindistan ve Güney Afrika gibi birçok orta gücün de benimsediği, değişen ve giderek daha çok kutuplu ya da parçalanmış bir dünya düzeninde giderek yaygınlaşan yeni bir stratejik gerçekliğe işaret ediyor: Büyük güçler arasında taraf tutmak yerine, kendi çıkarlarını merkeze alan çok yönlü bir dengeleme politikası; yani hedging stratejisi.
Yrd. Doç. Dr. Mehtap Kara, Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı





