YEREL HABERLER

Limasol’da ve Gaziveren’de mücahitlik yapan Fadıl Değirmencioğlu o yılları anlattı

Limasol’da ve Gaziveren’de mücahitlik yapan, her Kıbrıslı gibi savaşın izlerini taşıyan 78 yaşındaki Fadıl Değirmencioğlu,  “Her şeyimizi kaybettik ama üzülmedim. Çocuk çoluğu sağ salim bulalım, her şeyi yeniden yaparız dedim

TUĞLA FABRİKASINDAN OTO KAPORTA DÜKKANINA… 1944 yılında Lefkoşa’da doğan ilk gençliğini Limasol'da geçiren Fadıl Değirmencioğlu, eşiyle evlendikten sonra yaşamını Gaziveren'de sürdürmüş ve 1967'den sonra köyün mücadelesine 1974'e kadar katkı koymuş. 1974'te köyün diğer erkekleriyle birlikte aylarca Limasol'da esir tutulan Değirmencioğlu, yaşamını hem 1963'te hem de 1974'te birçok şehit veren Gaziveren'de sürdürüyor. Değirmencioğlu zorlu geçen çocukluk yıllarını şu sözlerle anlattı: “Annemle babam ben küçükken ayrıldı. Kardeşimle ben babamla kaldık, ablam annemle gitti. Üvey anne, baba elinde çok zor günler yaşadık. 6-7 yaşlarında tuğla fabrikasında çalışmaya başladım. 15’imde annem beni yanına aldı, Limasol’a gittik. Kaporta boya ustasının yanında çırak olarak çalışmaya başladım. Yaşım küçük diye beni çıraklığa kabul etmeyen mobilya ustası boyadığım arabayı görünce pişman olmuştu…” “PAROLAYI BİLEMEDİK, BİZİ APAR TOPAR DIŞARI ATTILAR” Teşkilata girişleriyle ilgili anıdan da söz eden Değirmencioğlu, şunları aktardı: “Kıbrıs Cumhuriyeti bozuldu, bozulacak... Sokaklarda Rum, Türk polisleri dolaşırdı. Yeğenim Hasan Değirmencioğlu,  BBC radyosunda çalışmak üzere Limasol’a becayiş oldu.  18 yaşlarında falandım. Elime nerden geçirdiysem küçük bir tabanca geçirdim…Mahalleyi koruyacağız. Hasan’la bir gece dolaşırken, sinemaya girip çıkanlar olduğunu gördük. ‘Teşkilat toplantı yapar, gel gidelim, bize de görev versinler’ dedim. Sinemaya girdik. Adamlar el feneri tutar, gelenlere parola sorar... Bilemedik tabi. Yabancı olduğumuzu anladılar, bizi apar topar dışarı attılar… Karatay diye yetkili biri vardı, yanımıza geldi… Yarın, ‘Sedat Semavi Okulu’na gelin, sizi teşkilata alacağız’ dedi. Dedikleri gibi yaptık. Bizi bir odaya aldılar. Arkada bayrak, silah… Yemin ettirdiler ve teşkilata girdik.” “BİR GECE YARISI MEVZİDE KANADIM…” “Limasol’daki Türk mahallesi kum torbalarıyla çevrildiydi… Gözetleme yerleri vardı. 2-3 kişi nöbet tutardık. Dr. Cemal Bey’in kliniği bölgenin dışında kalmıştı. Onun kliniğinde ölenler olmuştu” diyen Değirmencioğlu, o günlerle ilgili şunları anlattı: “Üvey anne elinde, aç kala kala midem hastalandı. Çok ağrım vardı.. Annemin beni götürdüğü Rum doktor, ‘Bu çocuk ameliyat edilmezse ülseri iyi olmayacak’ dedi. Mevzideydik. Hava çok soğuk… Odaya girerdik, zencefilli, baharlı çaylar kaynar… içerdik… Dışarda anca bir saat dayanabilirdik.. Midemin ağrısından yerde yuvarlanırdım neredeyse. Dr. Halim gencim diye beni ameliyat etmek istemezdi. Bir gece yarısı midem kanadı mevzide. Apar topar hastaneye kaldırdılar beni. Demir karyolaları toplayıp halk evini hastane yapmışlardı. İmkansızlıklar büyük. Dr. Cemal, Dr. Halim vardı orada. Dr. Halim’in eşi Cemaliye Hanım başhemşireydi. 20 gün karnıma buz vurdular kanama dursun diye. Hastaneden taburcu oldum ama ağrılarım geçmedi. Dr. Halim’e ‘Artık dayanmıyorum’ diye yalvardım. Ameliyat ettiler beni. Karyolaya koyarken yere de düşürmüşler. Uyandım. Karnımda bir yara, başımda da bir ağrı var. Başım da yarılmış meğer…” “ARABA UÇURUMDAN YUVARLANDI… ANNEM VE KAYINPEDERİM KAZADA HAYATINI KAYBETTİ” O dönem ekonomik olarak çok zor günler yaşadıklarını belirten Fadıl Değirmencioğlu, “Para nerde… Haftada bir iki lira alırdık” diyerek, hayatını değiştiren bir başka olayı da şöyle anlattı: “Baldızımın düğünü için Baf’a davetiye dağıtmaya gittik; arabada annem, baldızım, nişanlım, kayınpederim… Akşamlandık. İnsanlar, ‘Hava çok bozuk, burada kalın’ diye yalvardı bize. Limasol’dan çıkmak izne tabiydi. Firari olmamak için dönmek zorundayım. Dönüş yolunda müthiş bir yağmur. Baf- Limasol yolunda arabamız kaydı, uçuruma düştük, herkes savruldu. Kayınpeder denize yuvarlandı.. Bir o yana bir bu yana koştum ama onu bulamadım. Arabanın yedek lastiği de denizeydi…Bir içeri gider, bir kıyıya vururdu… insan sandım. Denize girince, dalgalar beni de içeri çekti. Büyük bir taş vardı, boğulmamak için onun üzerine çıktım. Tek bir araba gelirmiş karşıdan. Işıklarımızın aniden kaybolduğunu görünce durup bakmışlar. Rumdular. Ambulansa haber vermişler, projektörlerle bizi aramalarına yardım etmişler. Aklım gitmişti benim şoktan. Hastanede, bana kaç kişi olduğumuzu sorarlardı, söyleyemezdim. Rum hemşireler, ‘Deli oldu galiba’ demişti. Annemle kayınpederim kazada hayatını kaybetti….” “BARİKATI KALDIRIRDIK, RUMLAR ARABALARINI GAZİVEREN’E, BANA GETİRİRDİ….” Annesi ölünce Limasol’la hiçbir bağı kalmadığını anlatan Fadıl Değirmencioğlu, “Kız kardeşim beni İngiltere’ye aldırmak istedi ama pasaport çıkarmak, yurtdışına çıkmak büyük meseleydi” dedi ve şunları ekledi: “1967’de Gaziveren’e nişanlımın yanına gittim. 60 lira param vardı. Nikah, düğün yaptık…Lefke Sancağına dahil olarak Gaziveren’de mücahitlik yapmaya başladım. Eşimin annesinin avlusuna ahşaptan tek araba sığan bir garaj yaptım …. Köylünün, civar köylülerin arabalarının kaporta- boyasını yapardım. Mücahitlik yaparken tek kuruş almadım çünkü ben çalışıp paramı kazanırdım. Rumlar da bana arabalarını getirmeye başladı. Barikatı kaldırırdık, Gaziveren’e araba getirirlerdi.” İNGİLTERE’DEN GELEN TEKLİFİ REDDETTİ İşini her zaman en iyi şekilde yapmak için uğraştığını belirten Değirmencioğlu, bölgede tutunduğunu, çok da Rum müşterisi olduğunu söyledi, şöyle devam etti: “Yukarıda kapalı bir benzin istasyonu vardı. 6 bin lira teminat vererek benzin istasyonu açtım. Buraya büyük bir garaj da yaptım. Çok çalıştım. Bölgenin çırakları ve ustaları benim kaporta, boya dükkanında yetişti. 1970’lerde Yüksel Ahmet Raşitler beni İngiltere’ye, boya kursuna yolladı. Orada ustabaşı olarak kalmamı istediler ama ailem Kıbrıs’taydı, sancaktarlığa döneceğime dair söz vermiştim. Kabul etmedim…” "‘BUYURUN GEÇİN BEYEFENDİ’ DEDİ AMA ALAY EDEREK…" Döndüğünde artık gerilimin tırmanmaya başladığını belirten Fadıl Değirmencioğlu, şöyle devam etti: “Harekattan iki gün önce Lefkoşa’ya geldim. Geri dönerken büyük bir barikat vardı. Hüviyet kartımı gösterdim, Rum, ‘Buyurun geçin beyefendi’ dedi ama alay ederek… Dört beş yerde daha barikat vardı ama dokunmadılar bana. Benzin depolarını doldurmam, hazır olmam istendi. Sahilden asker çıkabilir diye… Sabaha yakın yolları kapama emri aldım.  İki eski arabayı köyün girişine koydum.. Elimde Kıbrıs tipi bir silah. Garajın arkasında Barış Gücü vardı. Arabaları yola koyarken bana engel olmaya çalıştılar. Stenimi çektim, şak şak kurunca ‘Ne istersen yap’ dediler. Mahmut diye bir köylümüz vardı, o devamlı yolu keserdi. İnsanları esir alır, bizim esirleri bırakın, esirlerinizi bırakalım’ diyerek misilleme yapardı…” “ETRAFIMIZ BİR ANDA SARILDI…” Mevzilerdeyken bir anda etraflarının Rum askerleriyle sarıldığını anlatan Değirmencioğlu, şöyle devam etti: “Bahçe içlerinden gelerek bizi sardılar.. Evlere çekilmeye başladık, çekilmesek bizi kuş gibi avlayacaklardı. Bir Bren, bir Sten ve bir piyade… Yanımda yaşlı bir köylü ve 16 yaşında bir çocuk vardı. Çocuk sürekli şarjörü doldururdu.. Kerpiç duvarda kendimize mazgal deliği açtık. Savaş, cin gibi olmayı gereken bir ortam. Rumları şaşırtmak için Brenin ayaklarını kapar, evin içinde 15-20 adım koşar, üç yerden ateş ederdim. Evde tektim halbuki... Komutanımız Hasan Abdullah, ‘Fadıl çok atma, mermimiz yok’ diyerek beni uyardı. Yere çöküp şarjör doldururken bizi taradılar, mazgal deliğinden geçti mermiler. Eğilmesek vurulacaktık…Allah’ın öldürmediğini kul öldürmez dedikleri budur işte… Her sene silah eğitimine giderdik. Eğitimin ne kadar faydalı olduğunu bu zor anlarda anladım…” Köydeki kadın ve çocukların okula ve camiye toplandığını belirten Fadıl Değirmencioğlu, Rumların ‘Teslim olmazsanız havan atışına başlayacağız’ diye anons yaptığını söyledi. “O DUVARDAN NASIL ATLADIM?" Değirmencioğlu, şöyle devam etti: “Teslim olma emri bize Lefke Sancağından geldi.  Silahımı 3 parçaya böldüm, her birini bir yere sakladım. Kapıdan çıksak bizi kuş gibi vuracaklardı. Yanımdaki 15-16 yaşındaki o çocuğu enseme çıkardım, duvardan atlamasına yardımcı oldum. Bir kerpiç duvardı…. Ben de oradan atladım. Şimdi düşünürüm de nasıl atladım o duvardan… Can korkusu…Ölüm korkusu. Başka zaman olsa asla atlayamazsın. Vurulmayalım diye duvarlardan atlaya atlaya gittik okula, teslim olduk. Bizi okulun önüne dizdiler. Bahçelerden kaçabilenler kaçtı. Köydeki bazı yerleri de ateşe verdiler. Rumlar kendi aralarında konuşurdu arkamızda, ‘Bunların anası geliyor, hani senin baban’ diye….” “HARP OLACAK, ‘KARŞI KARŞIYA MI GELECEĞİZ? ” O yıllarda Rumların da kendi aralarında kavga ettiğini anımsatan Değirmencioğlu, şunu aktardı: “Çatışmalar başlamadan önce bir köyde Papazın arabasının altına patlayıcı yerleştirdiler ama patlamadı… Şişti.. Arabayı tamir için bana getirdiler.. Her tarafta bir gerginlik vardı… Sanatkar Rum  bir çocuk vardı tanıdığım, ‘Harp olacak, karşı karşıya mı geleceğiz’… diye konuşurduk… Rumlar beni çok iyi tanırdı. Hepsine çok iş yaptım…” YERE DÜŞEN ZEYTİN… “BU DA ÖĞLE YEMEĞİMİZ OLUR…” Esir kampında 110 gün kalan Fadıl Değirmencioğlu, o günleri şöyle anlattı: “ Önce Güzelyurt’a okullara götürüldük. 50-60 kişi bir sınıfta... Rum bir kadın bir parça arpa ekmeği ve 3 zeytin getirirdi bize. Elimdeki zeytinlerin biri yere düştü, yuvarlanarak gitti masaya vurdu. Kahveci Hasan Dayı emekleyerek olduğu yerden çıktı, zeytini sildi cebine koydu, ‘Bu da öğlen yemeğimiz olur’ dedi. Çok zor günler yaşadık esirken…” HASTA DİYE ÖNCE İMAMA, SONRA PAPAZA GÖTÜRÜLDÜ… İSİM DEĞİŞİKLİĞİ ONU HAYATA BAĞLADI Annesinin çocukken ismini değiştirdiğini, esirken hayatta kalmasının buna bağlı olduğunu söyleyen Değirmencioğlu şunları anlattı: “Herkes beni Fadıl olarak bilir ama kütükteki ismim İbrahim Altan Mustafa’ydı. Bebekken hastalanmışım. Dr. Küçük’e, başka doktorlara götürmüşler, iyi olmamışım. Hocaya götürmüş annem beni. Hoca, ‘Bu çocuğun ismini değiştirmezseniz ölecek’ demiş. Annem de ismimi Fadıl koymuş. ‘Fadıl’ diye çağırırlardı bana ama hürriyet kartımdaki isimi değiştirmediler. Hastalık geçmeyince bu sefer de beni papaza götürdüler. Papaz, ‘Bu çocuğun iyi olmasını isterseniz onu dört yol ortasına bırakacaksınız, dini ayrı biri onu alacak, çocuk 3-4 gün onda kalacak, siz o kişiye para ödeyip çocuğu alacaksınız… çocuk iyi olacak’ demiş…Bunu da yapmışlar ve ağırlığım kadar mum bebeği Apostolos Andreas Manastırı’na götürmüşler. Hoca söyledi diye yaptıkları isim değişikliği beni iki üç kez ölümden kurtardı.” AYVARVARA’DAKİ FALCI Annesinin fala meraklı olduğunu, bu konuda da ilginç bir hatırası olduğunu belirten Değirmencioğlu, şunları anlattı: “Ayvarvara’da büyük falcı varmış. Annem kız kardeşime, İngiltere’ye gidecekti. Pasaportunu beklerdi. Fal açtırdığı kadın ona, ‘3 gün, 3 hafta, 3 ay…bilemem ama bu yol kapalı’ demiş. Annem İngiltere’ye gidemedi, trafik kazasında öldü. Kadın benim, zanaatkar olacağımı, 3 çocuğum olacağını da söylemiş. İnsanlar bunları nasıl görür bilmem ama doğru söyledi…” “BİR DE DOZER GETİRDİLER. HARIL HARIL KAZAR” Esir olarak Limasol’a giderken öldürülme korkusunu yaşadıklarını da söyleyen Fadıl Değirmencioğlu, şunları aktardı: “Dağda durduk. Bazı Rumlar bizi otobüsten indirmek istedi, belki de hepimizi vuracaklardı. Bizi götüren ekip diretti; ‘Esirlerimiz var, bunları götüreceğiz, onları alacağız’ dedi. Limasol kampına, tek sıra halindeydi, elimize battaniyeyle girdik.. Vururlardı bize, yere düşen de kalkamazdı… Bir de dozer getirdiler. Harıl harıl kazar…. ‘Sizi gömeceğiz’ korkusu... O psikolojik baskı hepsine yeterdi zaten. 50-60 kişiler halinde odaya tıktılar bizi…Buralarda hep çarpışanların kim olduğunu sorarlardı. Hürriyet kartım onlardaydı ama Fadıl yoktu, İbrahim vardı. Onlar Fadıl’ı ararlardı. Bulsalar kaybetmeyecek miydiler beni? Bizim tarafta mahkeme kararıyla kimliğimi değiştirdim.” “RUM DEMİRCİ, NOTUMU KÖYE GÖTÜRDÜ…40 YIL SONRA DA GELİP BENİ BULDU…” Kampta tanıdığı Rumları gördüğünü de söyleyen Değirmencioğlu, bu anılarından söyle söz etti: “Gemikonağı’ndan demirci bir Rum gördü beni kampta... ‘Limasol’dayız, iyiyiz..’ diye bir not yazdım, eşime ulaştırmasını istedim. Çekindi notu almaya, casus sanılmasın diye ama aldı.. Sigortacı genç bir Rum vardı. O da beni kampta ziyaret etti. 10 lira tutardı, 5’ini bana verdi…. Rum demirci notumu köye götürmüş. Aradan 40 sene geçti. O Rum bir süre önce Argonya’ya, restoranımıza geldi. ‘Beni hatırladın mı?’ diye sordu. Çıkaramadım.  ‘Yazını yerine ulaştıran bendim’ dedi. ‘Kapılar açılalı bu kadar sene oldu, neredeydin da gelmedin’ diye sordum. Çok çekmişler Limasol’da. Avustralya’da kardeşi varmış, ailesiyle onların yanına gitmiş.” EVE DÖNÜŞ.. “HER ŞEYİMİZİ KAYBETTİK…” Fadıl Değirmencioğlu, Gaziveren’e dönüşlerini ise şöyle anlattı: “Ledra Palas’a gedik. Bir bizden, bir Rumlardan…. Esirleri değiştiler. Orta yerde selamlaşırdık da. Gaziveren’e döndük. Evim, garajım bombalanmış.  Köyün yüksek yerinde ve iki katlı diye Rumlar bizim damdan uçaklara ateş açmış…Eve iki roket isabet etti. Birçok şeyimiz yandı. Benzin istasyonuna kadar bombalayıp gittiler. Her şeyimizi kaybettik ama üzülmedim. Geldiğimizde çocuk çoluğu sağ salim bulalım, her şeyi yeniden yaparız derdim.  Kimseden tek kuruşluk yardım almadım, her şeyimi kendi imkanlarımla yaptım.” “SAVAŞ KORKUNÇ BİR ŞEY…” Fadıl Değirmencioğlu’ndan yaşananlarla ilgili son sözler: “Savaş korkunç bir şey. Ukrayna’da yaşananları görünce aklımıza yaşadıklarımız gelir. Korku, nefret, sevgi, düşmanlık… Hepsini bir arada yaşadık biz de.  Düşmanlık kolay biter mi? Sanki uzun zaman alır gibime gelir… Korku, evinden yerinden olma çok zor… Bunlar çok zor şeyler…Ama bu savaş bizim suçumuz değildi… Şimdi yaşanan savaş da o insanların suçu değil.. Her zaman söz konusu olan büyük güçlerin çıkarları …” GAZİVEREN’DEKİ ACIYI FOTOĞRAFLAR ÖLÜMSÜZLEŞTİRDİ Rumlar, Aralık 1963’te Türklere karşı ada genelinde başlattıkları saldırıların durdurulması amacıyla Türkiye’nin 13 Mart 1964’te Makarios yönetimine verdiği notaya rağmen 19 Mart 1964 sabahı Gaziveren’e saldırmıştı. Direniş sırasında mücahitler Hüseyin Niyazi Hasan, Ahmet Rahim, Mehmet Ali Dede, Ali Faik ve Erol Hüseyin şehit düşmüştü. Gaziveren’deki direnişle ilgili fotoğraflar da dünyayı etkilemişti. Eşi Hüseyin Niyazi Hasan'ı kaybeden Nevcihan Oluşum ve oğlunun İngiliz savaş muhabiri, fotoğrafçı Don McCullin tarafından çekilen fotoğrafı Gaziveren Direnişi’nin simgesi haline geldi, dünyada yankı uyandırdı. Oluşum'un  cesetleri kamyonla getirilen şehitler arasında eşini gördüğü anda çekilen fotoğrafı, Rumlar tarafından yıllarca “Rum bir kadının feryadı” olarak propaganda amacıyla kullanılmaya çalışıldı. Direniş sırasındaki ilginç fotoğraflardan biri de McCullin'in arkadaşı Times muhabiri John Bulmer tarafından çekildi. McCullin'in Rumların saldırısının yoğunlaştığı bir anda Gaziverenli yaşlı bir kadını taşıdığı fotoğrafı çeken Bulmer, röportajın olayı şöyle anlattı: “Gaziveren köyünde Rumlar ateşe başlayınca, McCullin yürümekte zorlanan kadını gördü, makinesini bana verdi ve kadını kucağına alıp koşmaya başladı. Fotoğrafı o esnada çektim.”