ADIN HEP YANLIŞIN YANINDA ANILACAK!

1996’nın sıcak bir Ağustos günü..
Ara bölge…
Güneş tepede, tel örgülerde rüzgârın uğultusu…
İki taraf da dikenli tellerin ardında
gerilmiş bir ip gibi…
İki tarafın nefesi birbirine değiyor.
Ve sen Solomou…
Elinde sigaran, umursamaz bir edayla yürüyorsun Türk bayrağına doğru.

Bu bir “barış yürüyüşü” değildi.
Bu, kameraların önünde oynanan bir sahneydi.
Hesap belli: Türk tarafını tahrik etmek, “cesur direnişçi” pozu vermek…
O bayrağa uzanan el, kumaşa değil;
bu toprak uğruna toprağa düşmüş canların hatırasına uzanıyordu.

Ve o gün orada, o el yarım kaldı.
Bayrağı indirmeye çalışırken vuruldun.
Hikâye, orada bitmeliydi.
Ama Güney Kıbrıs’ta bitmez…
Onlar tarihi, gerçeğin üzerine oturtmaz;
işlerine geldiği gibi yontar, cilalar, vitrine koyar.

Yıllar geçti…
Provokasyon, “şanlı direniş” diye anlatıldı.
Solomou, seni sahte bir kahramanlığa terfi ettirdiler..
Ve şimdi…
Senin için anıt diktiler.
Mermerden bir yalan…
Taştan bir masal…
Yalanın da, masalın da ömrü kısa olur Solomou.

Solomou…
O gün ulaşamadığın bayrak hâlâ orada.
Rüzgârda dalgalanıyor, gökyüzüne meydan okuyor.
Senin heykelin mermerin soğuğunda duracak,
taşın yosun tutacak,
adın anıldığında bile gerçeğin gölgesi düşecek üzerine.
İsmin, o gün yaptığın gibi, hep yanlışın yanında anılacak.

Ve o bayrak, her dalgalandığında sana sessizce şunu fısıldayacak:
“Ulaşamadığın yer, hâlâ bizimdir.”